30 Temmuz 2009 Perşembe

Gitmek mi zor; gideceğini söylemek mi?


İstanbul’dan Bodrum’a yerleşme kararını verdikten sonra, hızla başladığınız hazırlıkların en önemli anlarından biri bu kararı yakın çevrenize açıklamaktır. Yakın çevre derken; dostlarınız, iş arkadaşlarınız, sulugöz anneniz, yeni doğum yapmış ablanız, 90 yaşındaki anneannenizden tutun da, uzak akrabalar, komşularınız, esnaf, iş yaptığınız belediye başkanına kadar buraya sığdıramayacağım çok geniş bir yelpazeden bahsediyorum. Aslında bunun yakını uzağı pek yok… Diliniz döndüğünce bu kararı herkese açıklamak durumundasınızdır. Ancak burada önemli olan sizin bu açıklamayı nasıl yaptığınız değil, insanların size gösterdiği enteresan tepkiler ve cevaplardır.Yeni bir şehre ve hayata atılmanın tedirginliği, şüphesi ama aynı zamanda heyecanı tüm benliğinizi sarmışken, 6.4 şiddetinde gelen yorumları empatik kişiliğimden dolayı gruplandırdım:

“Şekerim ben şehir kadınıyım, yapamam oralarda” cılar...

Bunlar Sex And The City’nin hayatımıza girmesiyle, son on yıl içinde türemiş, New York - İstanbul - Bodrum üçgeninde yaşayan Samantha’nın Türk versiyonlarıdır. Benim gibi hayatında hiç köy görmemiş, şehirde büyümüş, kolejli bir kadına anlamsız bir kinayeyle “dar gelir bana oralar, ben şehir kadınıyım yapamam” edebiyatı yaparak kendilerine has bir imaj yaratmaya çalışırlar. Armani, Gucci ve Cavalli’nin Teşvikiye şubeleri görevini başarıyla yürüten, cep telefonu olmadan iki adım atamayan business kadınları, Bodrum’u Türkbükü’ndeki üç beş tahta iskele ve hesap geçiren sosyetik balıkçılardan ibaret zannederler. Bu grubun Bodrum’a dair en büyük hayali Ergani’nin buralara bir Sushi’ci açmasıdır zira hassas bünyeleri Sushi olmadan bir yaz tatilini daha kaldıramaz..

“Garanti”ciler...

Genelde özel sektörde oturarak çalışan bu gruba “salla başı al maaşı”cılar da denilebilir. Fikir olarak Bodrum’a yerleşmeye sıcak bakan bu uyanık grup, sen git de ulak misali bak bakalım iş güç var mı, bize de bir iş ayarla, iyi bir imkan olursa, şartlar iyi olursa tabi neden olmasın, yap bir şekil de bizi de yanına aldır gibi tuhaf çıkışlarla insanı sanki Koç Grubu seni Bodrum’a transfer etmiş havasına sokar. Kendi işimi gücünü bırakıp, bu gruba holding kurasım gelir bazen.

“Mahçup” lar...

Kimse sormamış olmasına rağmen bu grup üzgün ve hafif dolu gözlerle yanına gelerek Bodrum‘a gelemeyecek olmasının sebeplerini lafı olabildiğince dolandırarak ifade etmeye çalışır. Bu hassas arkadaşlar nedenini anlayamadığım bir biçimde, sanki yıllar önce aynı yola baş koymuşuz da onlar sözünden dönmüş havasıyla, çocukları olduğu, borçları olduğu gerçeği ve aslında sizin ilgi alanınıza girmeyen daha pek çok mazeretle içinizi kıyarlar. Bir günah çıkarma seremonisine dönen bu diyaloğun sonunda saçma bir şekilde kendinizi, onları terkettiğiniz için siz suçlu hissetmeye başlarsınız

“Aha buraya yazıyorum, bir yıl sonra sıkılır dönersiniz”ciler...

Bu grup kumara ve şans oyunlarına düşkünlüğüyle tanınır. Hayatın her alanını bir bahis mevzusuna dönüştürmek için özel bir çaba sarf ederler. Çoğunluğu, hayatta bir dikiş tutturamamış olan bu grup için sizin nereye gittiğinizin önemi yoktur, hedefleri bahislerde galip gelmek ve bir zaman sonra “ben size demiştim” demek ve haklı çıkmış olmaktır. Böylece bu durum, tutturduğu tek dikiş olacaktır, tabi tutturabilirse..Ayrıca dönmeme zorunluluğu mu var, İstanbul’a vize konulacak ta benim mi haberim yok. Canım isterse dönerim, canım isterse seneye Van’a yerleşirim.. kime ne?..gibi sorular gelir aklıma. Gelişimin ikinci yılını kutladığım ve bir kadeh beyaz şarap koyduğum bu Bodrum gecesinde, “bu da keyfimin kahyalarına kapak olsun” diyor ve bu önemsiz grubu hızla geçiyorum.

“Yalnız olmasaydım, neler yapardım bu hayatta”cılar...

Bunlar genelde 55 yaş üstü, eşini kaybetmiş veya boşanmış, kaderin cilvesi sonucu yalnız kalmış ama artık herhangi bir insanla hayatını paylaşmaya tahammülü de kalmamış, gerçekte hayatını paylaşmak için hiçbir çaba sarfetmeyen, ama sorsanız hayallerinde hep partner ideali olan kadınlardır. Eşinizle Bodrum’a yerleştiğiniz için sizi sonuna kadar desteklerler. Ancak kendileri için böyle bir karar almak olanaksızdır. Onların gözünde büyük şehirler single yaşama uygun, böyle küçük kasabalar değildir.Yaşa hürmeten bu grubu fazla uzatmıyorum!

“Orada ne yer ne içersiniz”ciler...


Bu grup çevrede panik ve velveleci hareketleriyle kendini belli eder. Hayatlarında evinin salonundaki koltuğun, yerinin değiştirilmesi düşüncesi bile kendilerine kabus olarak gelmektedir. Asıl olan tek şey “düzen” dir ve değiştirilmemesi gerekir. Bu grup yıllarca aynı restoranlara gider, yaz tatillerinde aynı kamp ve otellere konuşlanır. 20 yıl boyunca evine giren gazete ve temizlikçi değişmez. Başka birinin taşınma haberi bu tiplerin hayatındaki tek harekettir. Alternatif sunmadan kendisi gibi, sizi de panik etmeye uğraşır dururlar, aç kalmaktan, işten güçten dem vururlar, ancak bu beyhude bir çabadır. Zira kendileri gerçekten aç kaldığımız günlerde bizden kilometrelerce uzağa kaçmışlardı…

“Ben gittim, bir numara yok, döndüm”cüler...

Aslında bu grup, bu kararı bizden daha önce aldıkları için saygı duyulması gereken bir gruptur ancak “sen buraları bilmezsin, ben tam dört yıl yaşadım, bana mı anlatıyorsun, yokuş başından gözyaşlarıyla geri dönersin gibi negatif açıklamalarıyla kendilerini çürütürler. Onlara göre buraya gelen her insanın beklentileri, kapasiteleri, şansları, meslekleri ve hatta kaderleri tıpatıp aynıdır. Yüzüne bakıp “gül, gül daha toysun, ama en son ben güleceğim, son gülen iyi güler” bakışlarını üzerinize diken bu gruba ben yazık grup diyor, kendilerinin ivedilikle Hindistan’daki Osho Kampı’na gönderilmelerini talep ediyorum.

“Beleşçiler”

Bunlar görüntüde bu yer değişikliğine en çok sevinen, hoplaya zıplaya bu deklarasyonu karşılayanlardır. “Abi süper oldu bu iş” cümlesi dışında bir geri dönüşüm alamadığınız bu grup, gittiğiniz ilk hafta sonu “Bodrum’a geliyorum sizde kalabilir miyim” telefonuyla yavaş yavaş rengini belli etmeye başlamıştır. Artık onlarında Bodrum’da bir kapısı vardır ve bu kapı otel ve pansiyonlardan kat kat hesaplıdır. Nevresim ütülemekten içime ikrah geldiği bu günlerde, bu grubun hiç de azımsanamayacak bir sayıda olduğunu eklemek isterim.(bkz.Nazlı’s Residence)

“Biz yapamadık, helal olsun siz yaptınız”cılar...

Ki kendileri, en dürüst, içten bulduğum, ara gazı bol gruptur. İçten içe buraya gelmek için yanıp tutuşup, sonra farklı şekillerde martaval okumazlar. Yeni kararlar almış, yeni enerjiyle dopdolu insanların tutkularını, mutluluklarını, kaygılarını, ümitlerini, her şeyi dikkate alarak, kıskançlık duygusundan arınıp özenli seçilmiş kelimelerle konuşur ve size koşulsuz destek verir. Size her şeyin daha güzel olacağını siz unuttukça hatırlatır, siz düştükçe sizi kaldırmak, omuz vermek için oradadır. Çıkar gözetmeksizin alabildiğine gerçek insanlardır. Ve nereye giderseniz gidin, ne yaparsanız yapın, bu grubun sayısı her zaman bir elin parmaklarını geçmeyecek kadar azdır.

29 Temmuz 2009 Çarşamba

Bodrum'a ilk merhaba




Çocuktum..

Seksenli yılların başıydı...

Annemin çocuk ellerimden tutup gezdirdiği Barlar Sokağı'nda Kortan Restaurant'ın önünde; günbatımında, kocaman vatkalı fuşya ceketi, büyük gözlükleri ve şen kahkahasıyla kalabalık bir sofrada rakı içen Zeki Müren, buraya dair aklımdaki ilk ve hiç çıkmayacak olan imgedir.

Bir de o küçük aklımla o zaman muhakemesini tam olarak yapamadığım mutlu, rahat, sorgusuz, görgülü, özgür, alabildiğine mavi ve deniz kokan insan yüzleriydi galiba..

Biraz da kalenin önündeki sevimli develerin de çocuksu bir etkisi olmuştur üzerimde heralde...

Yaz sonu döndüğümde, ilk işim kitapçıya gidip, Cevat Şakir'in (nam-ı diğer Halikarnas Balıkçısı) tüm kitaplarını almak olmuştu. Nefes almadan okumuştum kışın Mavi Sürgün'ü...

Bodrum'la aşkımız böyle başladı...

Yıllarım İstanbul-Ankara arası mekik dokuyarak geçmiş olmasına rağmen, kendimi hep Ege kadınlarına daha yakın hissetmişimdir ben.

Belki şehirlerarası otobüslerde yaptığım yolculuklarda sürekli "Başka türlü birşey benim istediğim..." dinlemem de bundandır.

Büyürken, birisi olmaya çalıştığım günlerde mutlaka bu kasabanın üzerimde bıraktığı derin izler vardır...

Sokaklardaki tüm kedi ve köpeklerin annesi olmam, gösterişten hoşlanmamam, Girit mutfağına düşkünlüğüm, denizsiz mavisiz yapamamam, beyaza olan zaafım, Yunan ezgileriyle kendimden geçmem, tekne sevdam ve daha pek çok şey sanırım bundandır...

Yıllar, yaz tatillerinde Bodrum'un pek çok değişimine şahit olarak geçti...

Bir gün İstanbul'un gökdelenleri arasında soluksuz koşarak var olma çabası verirken, onca griliğin içinde görmeye pek de alışık olmadığım renkli bir hayal adama aşık oldum...

Hayattan ve sorumluluklardan kaçtığımız, sabahlara kadar dansedip, sokaklarında sekiz çizdiğimiz Bodrum' daki ilk tatilimizde aşkımızı büyüttük, kocaman yaptık.

Aramızdaki ilişki artık üçlü bir aşka dönüverdi...

Ben, eşim ve Bodrum...

Gün geldi, bu sokaklar bizi çağırmaya başladı... Biz de bu sesi duymamazlıktan gelemedik diyelim...

Bundan tam bir yıl önce tüm işimizi, hayatımızı, ailemizi, dostlarımızı, alışkanlıklarımızı bırakıp buraya yerleştik...

Bir mola aldık hızlı hayatımızdan... Dinlendik... Ürettik...
Şehir değiştirmenin tedirginliğini üzerimizden atmaya çalıştığımız, yalnızlığımızla yüzleştiğimiz günler çabuk geçti...

Pazara gittik, pazarlık yaptık...
Zeyno's da sucuk ekmek yedik...
Hey Yavrum Hey'de Hilmi Ağabey’le "vites" dedik...
Mahmut Kaptan'ın Yeri'nde öte dünyaya giden süngercilere bir ağıt patlattık...
Deniz Feneri'nde Cengiz, Dilber ve balıkçılarımızla sirtaki yaptık...
X-Machine teknesiyle denize açıldık...
Ege Kültür ile komşuculuk yaptık, kahkahalar attık...
Ümran Hanım'a doğum yaptırttık... Gönenç'le tanıştık...
Taygun Ağabey’e hayallerimizi anlattık...
Mavi Bar'da latin nağmelerle sabahladık...
Kocaman bir ailemiz oldu artık...

Giyimin, kuşamın, evin, arabanın, paranın, statülerin, kariyerlerin ve hatta yaptığın seçimlerin öneminin olmadığı, beşeri ilişkiler için gereken tek kriterin "insan olmak" olduğu bu önyargısız kasabada; bu yaşımıza kadar inandıklarımızı bize tekrar doğrulatan tüm gerçek dostlara buradan selam olsun...

Biz Bodrum'u sizinle daha çok sevdik...

Hayallerimizin peşinden gittik...
Bir fotoğraf evi açtık...
Mesut İnsanlar Fotoğrafhanesi koyduk adını...
Nefesimizi, tecrübemizi, birikim ve düşlerimizi Bodrum'la ve yeni dostlarla paylaşmak için...

Bir zaman sonra anlıyorsunuz ki büyük şehirlerden gelen yaşamın kırılgan çocuklarına cömertçe ev sahipliği yapan Bodrum, yapamayanların değil; sistemin içinde yapabilitesi olduğu halde, yapmayanların, yapmayı tercih etmeyenlerin, reddedenlerin ama üretenlerin kasabası...

"Nereye gidersen git kendinden kaçamazsın" edebiyatına inat, kendimi bu bereketli topraklara, bu masmavi sulara, bu gülümseyen insanlara bırakıp önemli olanın kendinden kaçmak değil, bilakis gerçek kendinle yüzleşmek olduğunun farkındalığıyla bir yıldır "ben"i izliyorum.

Ve bu kadını izlemek bende; sakin, sade ama senaryosu çok güçlü bir Fransız filmi lezzeti bırakıyor artık.