20 Haziran 2010 Pazar

Le Petit Prince: Babam...

Böylelikle küçük prens tilkiyi evcilleştirdi...

Ve ayrılma vakti geldiğinde “Ah! Sanırım ağlayacağım” dedi tilki. “Bu senin hatan” dedi küçük prens. “Ben sana zarar vermek istemedim. Seni evcilleştirmemi sen istedim. “Doğru, haklısın” dedi tilki.“Ama ağlayacağını söyledin!”“Evet, öyle.”“O halde bunun sana hiçbir yararı olmadı.”“Hayır, oldu. Buğday tarlalarının rengini gördükçe seni hatırlayacağım. Şimdi git ve güllere bir kez daha bak. O zaman kendi gülünün evrende eşsiz ve tek olduğunu anlayacaksın. Sonra bana veda etmek için buraya geri döndüğünde, sana hediye olarak bir sır vereceğim.”

Küçük prens güllere bir kez daha bakmaya gitti. “Hiçbiriniz benim gülüm gibi değilsiniz. Çünkü henüz hiçbiriniz evcilleşmediniz. Ve siz de hiç kimseyi evcilleştirmediniz” dedi onlara. “Siz tıpkı tilkinin benimle karşılaşmadan önceki hali gibisiniz. Dünyadaki binlerce tilkiden yalnızca biriydi o. Ama ben onunla dost oldum ve şimdi artık o özel bir tilki.”Güller bu duyduklarına çok bozuldular.“Evet, güzelsiniz. Ama boşsunuz. Sizin için kimse yaşamını feda etmez. Yoldan geçen herhangi biri, benim gülümün de size benzediğini söyleyebilir. Ama benim gülüm sizin her birinizden çok daha önemlidir. Çünkü ben onu suladım. Ve onu camdan bir korunakla korudum. Önüne bir perde gererek rüzgarın onu üşütmesini engelledim. Tırtılları onun için öldürdüm ( ama birkaç tanesini kelebek olmaları için bıraktım). Onun şikayetlerini ve övünmelerini dinledim. Ve bazen de suskunluklarına katlandım. Çünkü o benim gülüm.”

Bunları söyledikten sonra tilkinin yanına döndü.“Elveda” dedi.“Elveda” dedi tilki de. “Ve işte sırrım: Bu çok basit. İnsan gerçekleri sadece kalbiyle görebilir. En temel şeyi gözler göremez.”“Temel olan şeyi gözler göremez” diye tekrarladı küçük prens. Öğrendiğinden emin olmak istiyordu.“Senin gülünün diğerlerinden daha önemli olmasını sağlayan şey, ona ayırdığın vakittir” dedi küçük prens.“İnsanlar bu en önemli gerçeği unuttular. Ama sen unutmamalısın. Evcilleştirdiğin şeye karşı her zaman sorumlusun. Gülüne karşı sorumlusun.“Gülüme karşı sorumluyum” diye tekrarladı küçük prens, öğrendiğinden emin olmak için. Sonra yoluna devam etti....

23 Mayıs 2010 Pazar

GÜNEŞLİ PAZARTESİLER



Merhaba...
Bundan böyle her pazartesi güneş ile mandalina ağacı arasında bir yerlerde olacağız...
Neden Güneşli Pazartesiler?
Kuşkusuz bu ismi seçmemde; Fernando Leon De Aranda' nın yönetmenliği yaptığı ve Javier Bardem' in muhteşem performansını sergilediği, pek çok festivalde ödüle layık görülmüş İspanyol asıllı filmin etkisi büyük.
Kuzey İspanya' da endüstrisi gelişmiş, işsizliğin tıpkı yalnız ve güzel ülkem gibi fazla olduğu bir ülkede..
Altı erkeğin....bir arkadaş barında ...
düşlerini, sıkıntılarını, mutluluklarını, korkularını, kaygılarını, öfkelerini...yani yaşama dair olan ne varsa herşeyi...ama en çok tatsız sistemi.. sınırsız bir ironi ile sorguladıkları; sizi adeta koltuğa mıhlayan bir sade sinema şöleni...
Her sabah beraber binilen Lady Espana yolcu motoru ...
Katıldığı eylemde, kırdığı sokak lambasının borcunu, zorla tahsil etmeye çalışan devlete kefaletinin ödeyen arkadaşına, borcunu başka bir lambayı kırarak ödeyen adam Santa; balık fabrikasında çalışan karısını iş dönüşü öptüğünde "balık kokuyorum" mahçubiyetine: " hayır deniz kızı kokuyorsun" cevabını veren Jose...ve diğerlerinin öyküsü...
Hani o çok bilinen Ağustos Böceği ve Karınca' nın masalını işleyen...Yıllardır bize antipatik gösterilen Ağustos Böceği ve çok bilen, doğru, dürüst karıncaya başka türlü bir ironi ile bakan, damakta hoş bir tat bırakan, keyifli bir öykü...
Her gününü Pazar günüymüş gibi yaşayan, Pazartesilerini güneş altında geçiren, sokak aralarında acil çıkış arayan bu insanların hikayesinden öykünerek; her pazartesi sendrom yaşayan ama inadına hayal kuran, ruhunun bir köşesinde Bodrum mavisini barındıran, "Başka türlü birşey benim istediğim..." diye söze başlayanları ekleyerek... kendime uzun, ince ve güneşli bir yol çizdim....
Sol yanında deniz devam eden, sağında ağaçların, yeşilin eksik olmadığı, ara kaçışlı, oksijenli yani bol nefesli bir yol...
Çöp adamlardan çıkıp, varolmanın dayanılmaz tadını iliklerimize kadar hissettiğimiz, insan olduğumuzu mutlak hatırladığımız ve hatırlattığımız...
"Yaşamak şakaya gelmez...büyük bir ciddiyetle yaşayacaksın.." felsefesindeki sincaplar(!) olduğumuz için bir de...
İşte tam bu yol için...
Güneş için...
İnadına hayat için...
Güneşli Pazartesiler için...
Benimle yürür müsünüz?




15 Mayıs 2010 Cumartesi

KÜÇÜLÜYOR HERŞEY..EVET SEN DE...GERİSİ LAF-Ü GÜZAF...!



Küçülüyor herşey...
Arabalar küçülüyor...
Telefonlar...teknolojik takımlar taklavatlar...
Büyüyen şehirlere karşın evler küçülüyor..
Odalar...
Odalarla beraber o odada bulunanlar...
Sofralar küçülüyor...
Bazen sorgusuz bir tabak daha konan sofralar...
Kitaplar da inceliyor mu...
Yoksa bana mı öyle geliyor...
Büyük ülkeler dağılıyor...küçük ülkeler oluyorlar...
Balıklar gittikçe küçülüyor...
Yok işte artık o lüferler, palamutlar...deli sarpalar...
Sigaralar bile küçülüyor...
Büyük ağaçların önüne minyatür güzellikler çıkartılıyor...
Küçülüyor beklemeler...ebemkuşağı...yediverenler...
Müzikler küçülüyor...yeri doldurulamıyor...ah o senfoniler...
Büyüyen özgürlüklere, meydanlara inat... fikirler küçülüyor ne hazin...
Anlık hazlar örtüyor...koşulsuz büyük mutlulukların üzerini...
Saatler...takvimler...
Vakitler daralıyor...
Telaşeye mahal yok...
Çünkü hayal eden yok...sabreden yok..bekleyen hiç yok..
Paylaşımlar azalıyor...
Ya yürekler?...
Yürekler küçülüyor en önemlisi...
Dar geliyor "sen" liğin tadını çıkaran pul kadar yüreğine...
Ağzına pelesenk olmuş "biz"...
Gerçek "biz" maalesef orada da yok...

Ve zavallı insan...
Boyları büyüyor...
Büyüyor kalıpları...
Lakin Ademoğlu sınıfta kaldı...
İşin kötüsü geçer bile alamadı..
Üstelik hala ağzında: dürüstlük..ahlak...Mevlana...insanlık...Araf...
Evet sen de!
Gerisi laf-ü güzaf....!


9 Mayıs 2010 Pazar

Satsuma' nın Seçtiği Yılın Anneleri



ANNELERİN ANNESİ ..."ANNEM"


En sevdiğim...Beni büyütenim...benimle büyüyenim...beni koşulsuz sevenim...hep sevecek olanım...beraber adım attığım...her nedense tuvalet kapılarında arkasından ağladığım...düştüğümde elimi tutanım..."düşeceksin demiştim sana" diye bağırmayanım...esmerliğinin içindeki gizli kızıllığın...işte o benim esmer günlerimdeki gizli kızıllığım...çeneme doğru yola çıkan her şuursuz damlada, sınırsız ışığınla bardağın dolusunu hatırlatanım...bana her daim karanlık geceleri değil, günü, güneşi, çiçeği, pembeyi yaşatanım...sen...anlatmaya mürekkebimin yetmediği en büyük zaafım...her sendelediğimde yanımda olmasan da, varlığınla bana yeniden adım attıranım......ez cümle beni bugünkü ben yapanım...
ilk harflere sakın bakma...
bugün bildğim tek şarkıyı okuyacağım sana...
"...benim annem güzel annem ben al kollarına...
kucağında okşa beni ninniler söyle bana..."






BİR KOLTUKTA İKİ KARPUZ: ABLAM....


Doğduk...sarmaştık...az büyüdük...beraber oynaştık...gün geldi...ayrıldık...özleştik...ağlaştık...vakti geldi yeniden birleştik...savaştık...sonra yeniden ayrıldık...uzaklardan sırnaştık...tek gerçek...hiç durmadık...dibine kadar yaşadık...Çocuk gözlerimin ilk arkadaşı...barbi bebeklerimin sırdaşı...Erol kahramanının ilk atı...şimdilerimin can yoldaşı....

Ne zaman büyüdün sen...koca bir kadın oldun...ne zaman...?

Son İstanbul yolculuğumda...senin yatağına yattım...dünyanın iki harikasından birini bir koluma, diğerini öbür koluma aldım....sardım sarmaladım...tavana baktım...nasıl başarabildiğini anlamaya çalıştım tek ve tek başına...kaybettiğim iki canın yerine, iki can vermiştin, ve bir türlü sağol diyememiştim sana...Törpülenmiş köşelerinin kahramanı oldu omuzların...Sen, benim hayal bile edemeyeceğim kadar harika bir anne oldun...

Bugün senin günün...Bugün önce çocuklarına bak ve yaradana sonsuz şükret...Sonra aynaya bak, gülümse..ve kendine teşekkür et...





UFACIK, TEFECİK, İÇİ DOLU TURŞUCUK : SELMİNELLİ

Sanatçı... herkesin duyduğunu...herkesin gördüğünü...herkesin hissettiğini...herkesin düşündüğünü...farklı şekilde duyan...farklı şekilde gören...farklı şekilde hisseden...farklı şekilde düşünen...farklı şekilde yorumlayan...farklı şekilde yansıtandır... duyulmayanı duyan... görülmeyeni görendir.... Bunlara kendi yorumunu katandır....

Bir sanatçının eserini ortaya koyma zamanı mutlak uzun...ve sancılıdır...Ama sanatseveri sadece eseri ilgilendirir...

Bir gün avlumun turkuaz kapısı aralanır...yıllar sonra içeriye genç bir adam girer...Onunla geçirilen bol paylaşımlı az zamanın tadı kalır damaklarda...Selminelli...ben senin anneliğinde yoktum yanında..oralarda...ama kendi sanatsal dehanı kullanarak kalbinden...ruhundan...duygularından harmanladığın "özel" eserine uzun uzun baktıkça, daha da büyüleniyor ve saygı duyuyorum sana ve sanatına...

Annelik bir sanatsa...bugün en çok senin günün kutlu olsun...







YONCAAA PABUCU YARIIIM...ÇIK DIŞARIYA OYNAYALIIIMMM...

İşte geldik ünü memleket sınırlarını da aşmış...dünyanın en çılgın...en sınırsız...en sıcak...en sempatik...en empatik...en tahtası biraz eksik...en bizden annesine...

Bu yazım..o tatlı serseriler avluma ayak bastığından değil....
Melek babalarımızdan da değil...

Her sabah güne senin yazılarınla uyandığımdan...bizimle paylaştığın mutluluklarından...şaşkınlıklarından...kırgınlıklarından... kızgınlıklarından...kaygılarından...telaşlarından...
heyecanlarından...sorumluluklarından...şarkılarından...ama en çok doğallığından...
Çocuklarının her anlarında...yanlarındaymış kadar olmaktan...
Hayata tutunduğumuz mandallardan biri olmaktan...ve o mandallardan biri olmandan...
Yani onları seninle büyütüyor olmaktan...çok ama çok mutluyum...
Bugün en önce senin...ama senin kadar benim de günüm...
..satsuma( içi rahat)

22 Nisan 2010 Perşembe

Zaman! Cigaramın dumanına sarsam, saklasam seni...


Hızla ilerliyor güneş...durmuyor...
Yaşananları..
Ve de yaşanan anları...
Yaşanmayanları...
Bazen yaşanamayanları
Takıp, asmalı bu telaşlı güneşe...
Ağırlık yapsın da,
Onu az yavaşlatsın diye...
Yürümüyor...
koşuyor sanki yelkovan
Akrep te onun peşi sıra..
Adı üstünde akrep bu
Kırmızı bir ateş ensesinde...
diğer adı pişmanlık..
Hep önünde gözbebekleri,
Dönmüyor bile arkasına..
Turuncu dalgınlığım..
Basitçe geçip gidiyor yanımdan.
Topuk sesleri de gelmiyor artık uzaktan..
Dizlerimde yeşil hırkam..
İnadına bekliyorum...
Ama zaman beklemiyor ki...

27 Mart 2010 Cumartesi

Hoşçakal İstanbul...



İstanbul...
Benim ilk sevgilim...ilk sevdiğim...
Dört yıl önce,
sebepsiz bir telaşla veda edemediğim...


Gençliğimin haşin göz kamaşmasıydın sen, düştüğümde elimi tutmayanım...
Estin gürledin yıllarca, ..kabulüm.. dedim
Bedelini peşin peşin, biçare ben ödedim....


Göndereceğim adresi bilmediğim, kahır mektubum...
ve sen bir sabah böyle buyurdun...
Olmayacak duaya, aminim oldun...


İyi bir Fransız filmine son biletimdin sen...
Boğazımda ufak bir yumruyla..
vazgeçtiğim aşkım, devrimim...
Üzerine dans etmeyi, hiç beceremediğim...


Tuzunu bastım gönül yaralarıma, boğazının.. bilmem..kaç zaman..
Kaç ihanetini gördüm, sayamadım...
Her seferinde geri döndüm, gururum çantamda ve başım eğik...koynuna...


Anlatılan hikayelerin her daim değiştiği ey yedi tepelim...
Hadi anlaşalım..
Sen benim değilsin artık,
Çocuk gözlerimdeki gibi benim...


Küskünlüğüm yok sana,
Her dizem, yıllarca suskun kalmış başka bir hece...biraz bilmece...
Affet beni... bu sadece...gecikmiş bir helalleşme...


Varsın kalmasın üzerinde, biraz saçım, biraz kokum, az tozum...
Gidişin, artık hesabı olmaz..

Elbet bir gün, sen de beni unutursun....


Hoşçakal İstanbul....









4 Şubat 2010 Perşembe

ODTÜ YAPAR !!!


Bu resim önce Ankara'nın,
ama en çok ODTÜ ' nün bir yansıması;
yani bir diğer adıdır...
Helal olsun binlerce kere size can dost ODTÜ!
Yine gösterdiniz farkınızı...
İşte tam bu yüzden,
kök salıyorsunuz,
hiçbirşeye benzemiyorsunuz
"çin işi üniversiteler"in neden size erişemediği sorusunun tokat gibi cevabıdır bu...
diğerleri bol bol konuşur , bakar...
ODTÜ YAPAR!

24 Ocak 2010 Pazar



UĞURLAR OLSUN...

Bir Pazar Sabahıydı Ankara Kar Altında
Zemheri Ayazıydı Yaz Güneşi Koynunda
Ucuz Can Pazarıydı Kalemim Düştü Kana
Zalımlar Pusudaydı Bedenim Paramparça
Ucuz Can Pazarıydı Kalemim Düştü Kana


Uğurlar Olsun Uğurlar Olsun
Hüzünlü Bulutlar Yoldaşın Olsun
Bir Keskin Kalem Bir Kırık Gözlük
Yürekli Yiğitlere Hatıran Olsun

Çevirdim Anahtarı Apansız Bir Ölüme
Şarapnel Parçaları Saplandı Ciğerime
Ucuz Can Pazarıydı Kan Doldu Gözlerime
İsimsiz Korkuları Katmadım Yüreğime
Bembeyaz Doğruları Yaşadım Ölümüne


Selda Bağcan

22 Ocak 2010 Cuma

BAŞINIZ ÖNE EĞİLMESİN!

Haklı davanızda,
hakların verilmediği, alındığını öğretisi ile büyümüş bir insan olarak,
geçici hevesler için,
demokrasi adı altında sahip olduğumuz tüm değerleri satan,
kış uykusuna yatan,
uyuyan, uyutan
dalkavuklardan,
yalnız ve güzel ülkemi patron odalarından ve rooflardan sözde kurtaran arsız aydınlardan hicap duyarak,
artık en önemli erdem olan,
unutmayarak ve de unutturmayarak!!!
sonuna kadar ...
beynen ve ruhen...
yanınızdayım...





Yukarıdaki resme iyi bakın...
bu resimdeki kadın 86 yaşındadır...
fikri, düşüncesi her ne olursa olsun,
size uysun ya da uymasın...
ortanın hangi tarafında durursa dursun...
Ankara’nın koynunda,
biçare ayazın dağlayan soğuğunda,
tam 86 yılı durmamacasına koşan yılı devirmiş,
kaç insan evladı kaloriferli evinden, sıcacık yatağından çıkar da,
tekel işçileri ile,
içindeki ateş mum alevine dönmüş bir tenekenin başında,
bir taburede,
sabaha kadar,
onlarla birlikte,
bir yalnızlığı,
bir kaderi,
bir başkaldırıyı,
haklı bir isyanı paylaşır...

O resimde olmak onuru;
siyasetçisini bırakın,
bu dünyada kaç insana nasib olur...

Hırsı kızdırır;
Affı beni de kanatır...
Ama bu yaşıma değin gördüğüm tek gerçek:
Yukarıdaki kadın,
Ateş yanan bir tenekenin başında,
Sabaha kadar,
Tekel işçileriyle,
Ankara’nın ayazındaydı...
ECEVİT soyadı,
bu inancın,
bu desteğin,
halkçılığın diğer adıdır...
Kimsenin adını boşuna dağlara yazmazlar demişti babam...
Haklıymış...

Anlayana
Ozan şöyle devam eder:


Ölenler
dövüşerek öldüler;
güneşe gömüldüler.
Vaktimiz yok onların matemini tutmaya!
Akın var
güneşe akın!
Güneşi zaptedeceğiz
güneşin zaptı yakın!


Nazım Hikmet



18 Ocak 2010 Pazartesi

“KİRAZ” ÇİÇEK AÇMAYA DEVAM EDİYOR...!




Bir kadın düşünün...
Denizli’ de doğuyor...çalışıyor çalışıyor ve öğretmen oluyor...1998 yılında türkçe öğretmeni olarak Bodrum’a atanıyor..

Atandığı okulda önce müdür yardımcılığı derken kent merkezine 30 kilometre uzaklıktaki Çiftlik köyü İlköğretim Okuluna müdür olarak atanıyor...yaklaşık 57 yıllık eski bir köy okulu...150 öğrenci dört derslikli binada zor koşullarda okumaya çalışıyor...yani okul var da yok...

Okulu çağdaş bir eğitim kurumu seviyesine getirebilmek adına okulda yatıp kalkmaya başlıyor ve topuklu ayakkabılarıyla sponsorluk için çamurlu yollara düşüyor. Valilik ve kaymakamlıktan başlıyor, tüm sivil toplum dernekleri, kulüpler, holdingler, belediye, spor kulübü derken gezmediği yer, sıkmadığı el kalmıyor..

Elbette azmin elinden hiçbir şey kurtulmuyor ve iki trilyonluk kaynak sağlıyor. 16 derslikli üç katlı modern bir bina yaptırıyor...kalorifer, televizyon ve dvd li sınıflar, sonra laboratuvar, kütüphane, bilgisayar sınıfları...ardından bir bando takımı kuruluyor...eski sınıflar lojmana dönüştürülüyor... yetmiyor...AB kapsamında dünya bankasından kredi sağlayarak köylü gençlere İngilizce, kadınlara el sanatları, hediyelik eşya, dikiş-nakış kursu verilmesine de önayak oluyor..

Bir kadın düşünün...
Köyde gerçek bir mucize gerçekleştiriyor... İlk 17 öğrenci Anadolu ve turizm meslek liseleriyle süper liseye giriyor.. o kadının başardıklarından sonra Dağ köyü Çiftlik'ten kent merkezine olan eğitim göçü tersine dönerken, Bodrumlu aileler çocuklarını 12 öğretmenin ders verdiği köy okuluna yazdırmak için sıraya giriyor.


Bu mucize hikaye; Posta,Radikal ve Hürriyet gazetelerinde 'Her köye böyle bir Kiraz gerek', Öğretmen Mucizesi', 'Dalları bastı Kiraz' şeklinde çıkan haberlerle Ulusal gündeme taşınıyor.


Bu haberlerin ardından kısa bir süre sonra merkezde hayrırsever bir çift tarafından yaptırılan Mahinur Cemal Uslu İlköğretim Okulu’ na vekil okul müdürü olarak atanıyor...


Bir kadın düşünün... modern binası ve imkanları ile örnek teşkil eden bu daha şanslı devlet okulunda da oturmuyor...5 yıl içinde ciddi bir kurum kültürü oluşturuyor, Ulusal kalite hareketine katılıyor...İyi bir ekip kuruyor...Önce ISO belgesi alınıyor..hemen ardından beyaz bayrak...
5 yıllık taze bir okul düşünün... teniste birincilik, karatede birincilik, voleybolda ikincilik ve üçüncülük...sosyal aktiviteler, duvarlarında rengarenk resimler...müdür odasının kapısının daima açık olduğu, güleryüzlü bir okul düşünün...Bodrum’ da herkesin kolej zannettiği, etrafta kolej diye bahsettiği aslında bir devlet okulu...


Bodrum’ da güzel şeyler de oluyor...


Türkiye’de hala idealist öğretmenler ve yöneticiler var..


Müdür odasındaki kupalara ve plaketlere bakarken “ Türkiye’de hiçbir başarı cezasız kalmaz” sözü düşüveriyor gölge gibi aklıma ...


Bir kadın düşünün...adı:Süheyla...soyadı: Kiraz...
Gülümsemesini hiç ama hiç kaybetmiyor...
Biliyorum ki nerede olursa olsun, orayı ışığıyla aydınlatacak...ve biliyorum ki ülkemin karakışına rağmen, dalları hep “kiraz” basacak...
Az buçuk kalmış “kiraz”lar, olan biten herşeye inat, hep çiçek açacak!!!