23 Mayıs 2010 Pazar

GÜNEŞLİ PAZARTESİLER



Merhaba...
Bundan böyle her pazartesi güneş ile mandalina ağacı arasında bir yerlerde olacağız...
Neden Güneşli Pazartesiler?
Kuşkusuz bu ismi seçmemde; Fernando Leon De Aranda' nın yönetmenliği yaptığı ve Javier Bardem' in muhteşem performansını sergilediği, pek çok festivalde ödüle layık görülmüş İspanyol asıllı filmin etkisi büyük.
Kuzey İspanya' da endüstrisi gelişmiş, işsizliğin tıpkı yalnız ve güzel ülkem gibi fazla olduğu bir ülkede..
Altı erkeğin....bir arkadaş barında ...
düşlerini, sıkıntılarını, mutluluklarını, korkularını, kaygılarını, öfkelerini...yani yaşama dair olan ne varsa herşeyi...ama en çok tatsız sistemi.. sınırsız bir ironi ile sorguladıkları; sizi adeta koltuğa mıhlayan bir sade sinema şöleni...
Her sabah beraber binilen Lady Espana yolcu motoru ...
Katıldığı eylemde, kırdığı sokak lambasının borcunu, zorla tahsil etmeye çalışan devlete kefaletinin ödeyen arkadaşına, borcunu başka bir lambayı kırarak ödeyen adam Santa; balık fabrikasında çalışan karısını iş dönüşü öptüğünde "balık kokuyorum" mahçubiyetine: " hayır deniz kızı kokuyorsun" cevabını veren Jose...ve diğerlerinin öyküsü...
Hani o çok bilinen Ağustos Böceği ve Karınca' nın masalını işleyen...Yıllardır bize antipatik gösterilen Ağustos Böceği ve çok bilen, doğru, dürüst karıncaya başka türlü bir ironi ile bakan, damakta hoş bir tat bırakan, keyifli bir öykü...
Her gününü Pazar günüymüş gibi yaşayan, Pazartesilerini güneş altında geçiren, sokak aralarında acil çıkış arayan bu insanların hikayesinden öykünerek; her pazartesi sendrom yaşayan ama inadına hayal kuran, ruhunun bir köşesinde Bodrum mavisini barındıran, "Başka türlü birşey benim istediğim..." diye söze başlayanları ekleyerek... kendime uzun, ince ve güneşli bir yol çizdim....
Sol yanında deniz devam eden, sağında ağaçların, yeşilin eksik olmadığı, ara kaçışlı, oksijenli yani bol nefesli bir yol...
Çöp adamlardan çıkıp, varolmanın dayanılmaz tadını iliklerimize kadar hissettiğimiz, insan olduğumuzu mutlak hatırladığımız ve hatırlattığımız...
"Yaşamak şakaya gelmez...büyük bir ciddiyetle yaşayacaksın.." felsefesindeki sincaplar(!) olduğumuz için bir de...
İşte tam bu yol için...
Güneş için...
İnadına hayat için...
Güneşli Pazartesiler için...
Benimle yürür müsünüz?




15 Mayıs 2010 Cumartesi

KÜÇÜLÜYOR HERŞEY..EVET SEN DE...GERİSİ LAF-Ü GÜZAF...!



Küçülüyor herşey...
Arabalar küçülüyor...
Telefonlar...teknolojik takımlar taklavatlar...
Büyüyen şehirlere karşın evler küçülüyor..
Odalar...
Odalarla beraber o odada bulunanlar...
Sofralar küçülüyor...
Bazen sorgusuz bir tabak daha konan sofralar...
Kitaplar da inceliyor mu...
Yoksa bana mı öyle geliyor...
Büyük ülkeler dağılıyor...küçük ülkeler oluyorlar...
Balıklar gittikçe küçülüyor...
Yok işte artık o lüferler, palamutlar...deli sarpalar...
Sigaralar bile küçülüyor...
Büyük ağaçların önüne minyatür güzellikler çıkartılıyor...
Küçülüyor beklemeler...ebemkuşağı...yediverenler...
Müzikler küçülüyor...yeri doldurulamıyor...ah o senfoniler...
Büyüyen özgürlüklere, meydanlara inat... fikirler küçülüyor ne hazin...
Anlık hazlar örtüyor...koşulsuz büyük mutlulukların üzerini...
Saatler...takvimler...
Vakitler daralıyor...
Telaşeye mahal yok...
Çünkü hayal eden yok...sabreden yok..bekleyen hiç yok..
Paylaşımlar azalıyor...
Ya yürekler?...
Yürekler küçülüyor en önemlisi...
Dar geliyor "sen" liğin tadını çıkaran pul kadar yüreğine...
Ağzına pelesenk olmuş "biz"...
Gerçek "biz" maalesef orada da yok...

Ve zavallı insan...
Boyları büyüyor...
Büyüyor kalıpları...
Lakin Ademoğlu sınıfta kaldı...
İşin kötüsü geçer bile alamadı..
Üstelik hala ağzında: dürüstlük..ahlak...Mevlana...insanlık...Araf...
Evet sen de!
Gerisi laf-ü güzaf....!


9 Mayıs 2010 Pazar

Satsuma' nın Seçtiği Yılın Anneleri



ANNELERİN ANNESİ ..."ANNEM"


En sevdiğim...Beni büyütenim...benimle büyüyenim...beni koşulsuz sevenim...hep sevecek olanım...beraber adım attığım...her nedense tuvalet kapılarında arkasından ağladığım...düştüğümde elimi tutanım..."düşeceksin demiştim sana" diye bağırmayanım...esmerliğinin içindeki gizli kızıllığın...işte o benim esmer günlerimdeki gizli kızıllığım...çeneme doğru yola çıkan her şuursuz damlada, sınırsız ışığınla bardağın dolusunu hatırlatanım...bana her daim karanlık geceleri değil, günü, güneşi, çiçeği, pembeyi yaşatanım...sen...anlatmaya mürekkebimin yetmediği en büyük zaafım...her sendelediğimde yanımda olmasan da, varlığınla bana yeniden adım attıranım......ez cümle beni bugünkü ben yapanım...
ilk harflere sakın bakma...
bugün bildğim tek şarkıyı okuyacağım sana...
"...benim annem güzel annem ben al kollarına...
kucağında okşa beni ninniler söyle bana..."






BİR KOLTUKTA İKİ KARPUZ: ABLAM....


Doğduk...sarmaştık...az büyüdük...beraber oynaştık...gün geldi...ayrıldık...özleştik...ağlaştık...vakti geldi yeniden birleştik...savaştık...sonra yeniden ayrıldık...uzaklardan sırnaştık...tek gerçek...hiç durmadık...dibine kadar yaşadık...Çocuk gözlerimin ilk arkadaşı...barbi bebeklerimin sırdaşı...Erol kahramanının ilk atı...şimdilerimin can yoldaşı....

Ne zaman büyüdün sen...koca bir kadın oldun...ne zaman...?

Son İstanbul yolculuğumda...senin yatağına yattım...dünyanın iki harikasından birini bir koluma, diğerini öbür koluma aldım....sardım sarmaladım...tavana baktım...nasıl başarabildiğini anlamaya çalıştım tek ve tek başına...kaybettiğim iki canın yerine, iki can vermiştin, ve bir türlü sağol diyememiştim sana...Törpülenmiş köşelerinin kahramanı oldu omuzların...Sen, benim hayal bile edemeyeceğim kadar harika bir anne oldun...

Bugün senin günün...Bugün önce çocuklarına bak ve yaradana sonsuz şükret...Sonra aynaya bak, gülümse..ve kendine teşekkür et...





UFACIK, TEFECİK, İÇİ DOLU TURŞUCUK : SELMİNELLİ

Sanatçı... herkesin duyduğunu...herkesin gördüğünü...herkesin hissettiğini...herkesin düşündüğünü...farklı şekilde duyan...farklı şekilde gören...farklı şekilde hisseden...farklı şekilde düşünen...farklı şekilde yorumlayan...farklı şekilde yansıtandır... duyulmayanı duyan... görülmeyeni görendir.... Bunlara kendi yorumunu katandır....

Bir sanatçının eserini ortaya koyma zamanı mutlak uzun...ve sancılıdır...Ama sanatseveri sadece eseri ilgilendirir...

Bir gün avlumun turkuaz kapısı aralanır...yıllar sonra içeriye genç bir adam girer...Onunla geçirilen bol paylaşımlı az zamanın tadı kalır damaklarda...Selminelli...ben senin anneliğinde yoktum yanında..oralarda...ama kendi sanatsal dehanı kullanarak kalbinden...ruhundan...duygularından harmanladığın "özel" eserine uzun uzun baktıkça, daha da büyüleniyor ve saygı duyuyorum sana ve sanatına...

Annelik bir sanatsa...bugün en çok senin günün kutlu olsun...







YONCAAA PABUCU YARIIIM...ÇIK DIŞARIYA OYNAYALIIIMMM...

İşte geldik ünü memleket sınırlarını da aşmış...dünyanın en çılgın...en sınırsız...en sıcak...en sempatik...en empatik...en tahtası biraz eksik...en bizden annesine...

Bu yazım..o tatlı serseriler avluma ayak bastığından değil....
Melek babalarımızdan da değil...

Her sabah güne senin yazılarınla uyandığımdan...bizimle paylaştığın mutluluklarından...şaşkınlıklarından...kırgınlıklarından... kızgınlıklarından...kaygılarından...telaşlarından...
heyecanlarından...sorumluluklarından...şarkılarından...ama en çok doğallığından...
Çocuklarının her anlarında...yanlarındaymış kadar olmaktan...
Hayata tutunduğumuz mandallardan biri olmaktan...ve o mandallardan biri olmandan...
Yani onları seninle büyütüyor olmaktan...çok ama çok mutluyum...
Bugün en önce senin...ama senin kadar benim de günüm...
..satsuma( içi rahat)