7 Ağustos 2009 Cuma

Ya o Mualla' yı sandala atıp...



Kim söylemiş beni Süheyla’ya vurulmuşum diye,

Kim görmüş ama kim…,

Elene’yi öptüğümü…


Levent Yüksel’in seslendirdiği, en sevdiğim şarkılardan biridir.

Şarkıda her ne kadar İstanbul’dan Galata’dan tramvaydan filan bahsedilse de ozanın yolu mutlaka bir dönem Bodrum’dan geçmiş olmalı…

Zira Bodrum dedikodu açısından da bir cazibe merkezi olmayı başarmış.


Yok yok..Eda Taşpınar ya da Emre Ergani dedikoduları falan değil.

Buranın bizzat gerçek sahiplerinden bahsediyorum. Buranın "ahali"si yani!

Kadınlar...

Küçük yerde yaşıyor olmanın getirdiği sosyal boşluk, yine genelde kadınların var etmeye çalıştığı simülasyon bir sosyal yaşamı da beraberinde getiriyor. Açılışlar, kapanışlar... Burada her yer sürekli açılıp kapanıyor bu arada...Neden yapıldığı belli olmayan garip partiler, uyduruk konseptler, tuhaf kokteyller... İşte asıl dedikodu kazanının ısınıp kaynamaya başladığı ortamlar, bu organizasyonlar.

"Ooo nerde hareket, orada bereket" mantığıyla, biraz da bedava yeme içmenin, bedava sosyalleşmenin karşı konulamaz histerisine kendinizi kaptırmaya başlarsanız, evinizin gerçek bereketi ve huzurunuz yavaş yavaş kaçmaya başlar benden söylemesi.

Ertesi sabah bir telefon trafiği başlar ki sorma gitsin.

Bir kaç gün sonra bir kamu kuruluşuna bir işi halletmek üzere gittiğinizde, tanımadığınız kadınlardan öyle şeyler duyarsınız ki evlere şenlik.

Erkekler...

Sanıyorsanız ki sadece kadınlar yapıyor dedikoduyu, büyük yanılgı içindesiniz.

Erkekler bin beter bu konuda. Yelken yapmaya başlayan yakın bir dostum yarış sırasında denizin ortasında tamamı erkeklerden oluşan bir ekibin nasıl dedikodu yaptığını anlatmıştı da kulaklarıma inanamamıştım.

Nasıl yani? Dünyanın en güzel denizinin üstünde, dünyanın en güzel sporunu yapıp ruhlarını arındıracaklarına, kahvehane misali dümenin başına oturup cak cak dünyevi dedikodular mı yapıyorlar. Pes doğrusu!

Bir muhabbet konusu gerekli. Karşındakiyle paylaşacak şeylerin azlığı, sizi gündelik hayatın önemsiz ayrıntılarını konuşmaya itiyor. Ama onu kimse tutamaz. O önemsiz ayrıntılardan bile kendine bir dedikodu malzemesi çıkarmayı başarıyor. Malum iş yok güç yok. Ben en yoğunum çalışıyorum diyenlerin bile yaptıkları iş ortada. Burası öyle küçük bir yer ki o gereksiz detay, dallanıp budaklanıp en geç 3 işgünü içerisinde size iadeli taahhütlü geri dönüyor. Bir de Akdeniz havası yavaşlatıyor ve tembelleştiriyor insanları diyorlar ya; maşallah bu konudaki inanılmaz hız, sizi şoke ediyor.

Demek amaç belirlemek en önemli şey! Bu hızla kendilerini ilime irfana verseler, dünyanın büyük güçleri arasına girecek canım memleketim!

İlk günler evde eşimle sıkı bir arama başlattık. Bir dinleme cihazı var mı, kamera konmuş olabilir mi hatta iddianame arama motorlarına bile baktık acaba adımız geçiyor olabilir mi diye? Zaman içinde konuştuklarımız, yaşadıklarımız öyle yalan yanlış, uyduruk vaziyette geri döndü ki olayın yarım yamalak hayal güçleriyle beslendiği, bilgiye belgeye dayanmadığı kesinleşti.

Aslında kimi zaman, bunu bir oyun haline getirmeyi başarabilirseniz pek de eğlenceli olduğunu söylemek mümkün. Atın ortaya bir olta, sazanlar bir bir dayansın kapıya. Yapmadık desek yalan söylemiş olurum. Hep onlar mı eğlenecek, biraz da biz gülelim durumu!

Zamanında, Bodrum'un en büyük ve yaz kış işleyen mekanının sahibiyle çok keyifli sohbetlerimiz olmuştu. O zamanlar henüz buraya yerleşmemiştim ve o yarım, manidar gülümsemesiyle ondan dinlemiştim buranın "ahali" profilini. İçinde biraz abartı barındırdığını düşündüğüm ( ki az bile anlatmış ) bu konuşmanın sonunda; böyle bir mekanın içinde, bu "ahali"nin göbeğinde küçük insanların, küçük eğlence malzemesi olmadan kendini nasıl soyutladığını; ruhunu, kimliğini nasıl korumaya çalıştığını anlatırken onu dikkatle dinledim.

Elbette onun da pazar eklerine tam sayfa olacak bir başarı öyküsü vardı. Küçük bir mekandan, eğlencenin beşiği dev bir dünyaya...filan gibilerinden herkesin seveceği cinsten bir öykü. Ama şimdi düşündükçe onun asıl başarısının varolan duruşunu korumak olduğuna inanıyorum ve bunun için ona daha fazla saygı duyuyorum.

Zeytin ağacımın altında, üretmek adına bu kasabanın ruhumda yarattığı bütün nimetlerinden faydalanmaya çalışan ben, artık telefon sesi duyduğumda gülmeye başlıyorum.

"Nasılsın" sorusunun altında aslında kimsenin nasıl olduğumla ilgilenmediği, "hadi bana bir malzeme ver" tutkusunun yarattığı içsel çığlıkları duyar gibiyim artık.

Şarkımıza dönelim artık..
Haydi Bodrum eller havaya…

Geç bunları,
Anam babam geç bunları,
Bir kalemde,
Bilirim ben yaptığımı…

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder